Aşağıda Ölüm Olasılık Yukarıda Açlık Kesin

Aşağıda Ölüm Olasılık Yukarıda Açlık Kesin

Aşağıda Ölüm Yukarıda Açlık, Aşağıda Ölüm Olasılık Yukarıda Açlık Kesin

6 Şubat 2023, saat 04.17… Bütün Türkiye, Kahramanmaraş merkezli 7.7 şiddetinde depreme uyandı. 14 Milyonluk Kahramanmaraş, Gaziantep, Adıyaman, Malatya, Diyarbakır, Urfa, Kilis, Adana, Mersin, Hatay, Antakya şehirlerinde geriye kaçımız kaldı, kaçımız kayıp, kaçımız kimliksiz, kaçımız göçtü, kaçımız enkaz altında kaldı, bilmiyoruz. Zira, ilk günden itibaren arama kurtarma çalışmaları, planlı, örgütlü bir şekilde sağ kalanların, yaralıların, hayatının kaybedenlerin kimlik tespiti yapılmadı. O gece, bir daha uyanmayacağını bilmeksizin, “kimliğini yanına almadan yatan”, kurtarıldıktan sonra hayatını kaybedenler, “kimliksiz” olarak kayıtlara geçtiler; 0 yaşında ölü bebekler de öyle; sayısı meçhul! Ölü ya da diri, enkaz altından ailelerin ya da gönüllü ekiplerin çıkardığı yitiklerin, bir saç teli ile yapılabilecek genetik kimlikleri tespit edilmedi. 

Ebeveynleri tarafından enkazdan çıkarılıp cankurtarana teslim edilen çocuklar, akıbeti bilinmeyen, “kayıp” çocuklar olarak kayıtlara geçti; enkaz altından cesedi bile çıkarılmaksızın kalanlarla; rivayet muhtelif! Ebeveylerine ulaşılamayan çocuklar, “kimsesiz” çocuklar, binlercesinin İstanbul ve Adıyaman’da tarikatlara teslim edildiği bilgisi sızdı. Şüphemiz yok. Kır ve kent yoksulları yaşarken de çocuklarının tarikatların elinde olduğu “malum ve meşhur”; yani, herkes tarafından bilinen bir gerçek.

85 Milyonluk Türkiye işçi sınıfı, enkazın altında kaldı. Yine de, kaçımız kefensiz gömüldü, kaçımızın mezarı bile yok! Kaç milyonumuzun, mülksüzleşti, “zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi kalmadı”, bilmiyoruz! Sadece, depremden önce elimizde olan verilere dayanarak, öngörüde bulunabiliriz. Arama kurtarma yapılmadı, veri de toplanmadı. Gerek duyulmadı! Deprem bölgesindeki nüfusun milyonlarcası, varsa, kurtarabildiği canlarını alıp göçtü…

Bugün 6 Nisan 2023… 60 gün geçti o günden bugüne. Türkiye işçi sınıfı ve yıkılan şehirler için hiçbir şey değişmedi bu sürede; 7.7 Şiddetinde ve 8,6 km derinlikte meydana gelen depreme ilk çağlardaki gibi hazırlıksız yakalandık! Oysa, şehirlerin devlet olduğu, şehir devletlerinin yangın, deprem, kuraklık ya da selden tarihe karıştığı ilk ve ortaçağ çok geride kaldı! Türkiye kapitalizmi yıkılmadı, dimdik ayakta! Yıkılan emeğinden başka geçim aracına sahip olmayan Türkiye işçi sınıfı ve aynı “kaderi” paylaşan müttefikleri, kır ve kent yoksulları. Lenin’in tarif ettiği köylülük, toprağa bağlı üretim öyle geriledikçe, yerini endüstriyel (yani şirketleşmiş-örgütlenmiş sermaye eliyle yürütülen) tarım ve hayvancılığa bıraktıkça, yedek işgücü ordusuna katıldı; artık “köylülük”, çoğunluğu temsil etmiyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu yıllardaki kır ve kent nüfusu arasındaki oran büyüdü, tersine döndü.

Birkaç saniye içinde sadece canlarımızı değil, geçmişten geleceğe uzanan sonuçlarıyla, belirsiz bir süre için temel yaşam ve geçim araçlarımızı yitirdik. Yoksulduk, mülksüzleştik. Milyonlarcaydık… Türkiye işçi sınıfı, sınıf refleksi ile öz deneyimlerini kuşanıp yola çıktı; tek vücut, tek yumruk oldu. 85 milyonduk, 85 milyonu bilinçsiz, örgütsüz, ancak yaşamı her gün yeniden üretmeye hazır Türkiye işçi sınıfı, müttefik kır ve kent yoksullarıydık.

Devlet AFAD oldu, 3.güne kadar yurtiçinden ve yurtdışından gelen arama kurtarma ekiplerini havaalanlarında bekletti, otobüslerle gezdirdi, yol izni, bölgeye giriş izni vermedi; TIR’ları depolara boşalttı; Kızılay oldu depremzedeye çadır sattı, su sattı; giyecek yardımlarını “sınır ötesindeki” komşuya sattı!

Meclis’te onaylanacağından emin, Cumhurbaşka- nı Kararnamesi ile 8 Şubat’ta OHAL ilan edildi; 24 Şubat’ta, 126 Sayılı Kararname ile Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na, olağanüstü yetkiler verildi; 21 Mart 2023 tarihli resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren, 7441 Sayılı, “Afet Yeniden İmar Fonu Kurulması Hakkında Kanun”la fonlandık! Fon Yönetim Kurulu, Hazine ve Maliye Bakanı başkan- lığında, OHAL Bölgesinde olağanüstü yetkilerle donatılan Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı, Tarım ve Orman Bakanı, Ulaştırma ve Altyapı Bakanı, İçişleri Bakanı, Strateji ve Bütçe Başkanından oluşuyor.

“Gayri-resmi” Bakanlardan oluşan, Fon Yönetim Kurulu’nun görevi; “OHAL Kapsamında Yerleşme ve Yapılaşmaya İlişkin” 126 Sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin yürütülmesi, kamu/özel/orman/tarım ve her türlü araziye el koyma, Hazine adına tescil, sermaye şirketleri arasında ihale ve inşa gerekçesiyle paylaştır- makla görevli ve tek yetkili ÇŞİD Bakanlığı’nın finansman kaynaklarını yönetmek.

Yani, bir kez daha enflasyon, vergi, harç, ceza ile ezim ezim ezilen 85 milyonun boynuna bir boyunduruk daha, bir fon daha takıldı. Bizden alıp, ihale bedeli olarak OHAL bölgesinde enkaz kaldırılmasından, alt ve üst yapının kuruluşuna değin şehirleşmenin tüm gereklerini, işi yapacak taşerona verilecek! Sonra, yine bizim paramızla yapılacak konutlar, depremzedeye parayla satılacak! Hem de devlet bankaları kesenin ağzını açacaklar, yirmi yıl sonra da aynı işi yapacağına, aldığı ücretle geçinebileceğine inanan aslan emekçileri bir kez daha- borçlandıracaklar. Ödeyemedikleri yerde, nasılsa taşınmaza el koyacaklar! Buna da mı hayır diyeceksiniz? Kuzum sizi de mutlu etmek ne mümkün! Bedava verecek değiller, ya!
24 Şubat 2023, 126 Sayılı CK uygulama alanı, OHAL ilan edilen bölgede, Kararname yürürlükte olduğu sürece yerel yönetimler yasası dahil, Kamulaştırma, Kadastro, Belediye, Harçlar Kanunu vd. yürürlükte değil! ÇŞİD Bakanlığı, kimseden onay almak, harç yatırmak, kamulaştırma yapmak zorunda değil, yapmayacak. Araziyi seçme/karar verme, el koyma; CK’ne dayanarak Hazine adına tescil etme, ihale ve inşa yapma yetkisine sahip, tek başına.

Aynı gün, 24 Şubat 2023 tarihinde; “Birgün’den Mustafa Bildirici’nin haberine göre; TOKİ, 6 ve 7 Şubat’ta yaşanan depremlerde en büyük yıkıma sahne olan Kahramanmaraş’ta enkaz kaldırma işini taşeron bir firmaya verdi. 200 Kamyon ile enkaz kaldırma işine başlayan şirketin kamyon sayısını 1200’e çıkarmayı hedeflediği belirtildi. 8 Şubat’ta kentte çalışmalara başlayan Sarıdağlar İnşaat isimli taşeron şirketin kent dışında iki döküm sahası oluşturduğu belirtildi… Enkaz kaldırma işinin dört ay sürebileceği ifade edildi. Kamuoyundaki, ‘enkaz kaldırma işinde çok acele davranılıyor’ eleştirilerinin gölgesinde işe başlayan şirketin, ismini kamu ihaleleri ve skandallarla duyuran bir şirket olması dikkat çekti.

Erzurum Palandöken’de inşa ettiği kayak pistlerinin iki defa yıkılması ile gündeme gelen, buna karşın Sağlık Bakanlığı’nın 470 milyon TL’lik hastane yapım ihalesini alan şirketin sahibi Ahmet Sarıdağ’ın AKP ile yakın ilişkisi bulunduğu ileri sürüldü. Türkiye’de, ‘Helal Turizm Sertifikası’ alan Antalya Adenya Otel’in de sahibi olan Ahmet Sarıdağ’ın şirketi Sarıdağlar İnşaat’a… Çamlıca Kulesi, Trabzon ve Konya Stadyumları ile Hakkari Havalimanı’nın yapımını üstlenen şirketin 2012-2022 döneminde aldığı kamu ihalelerinin toplam değeri 2,5 milyar TL’ye ulaştı… (24.02.2023, www.yenicaggazetesi.com.tr).”

Kimse, Devlet yok, diyemezdi. Devlet tüm yıkıcılığıyla, kıyıcılığıyla dimdik ayaktaydı… Alıcı kuşlar gibi… 6 Şubat’ta, enkaz altındakilere sela okutmaya başladı. Gezici Mescitler, imamlar gönderildi. Cesetler kokmaya başladığında sela sustu! 8 Şubat’ta enkaz kaldırmak için, ağır iş makineleriyle, ihaleleriyle, şirketleriyle iş başındaydı!

11 Şubat’ta, Avusturya ve Almanya yardım ekipleri “güvenlik endişesiyle” çalışmalara ara verip, aynı gün can kurtarmaya devam etseler de, birkaç gün sonra engellemeler ve tehditler nedeniyle, Türkiye’den ayrılan ilk ekipler oldu. Birçoğu sessiz sedasız, geldikleri gibi gittiler. Enkaz yerde kaldı, canlar altında. Yani sadece on gün, hadi kendi olanaklarıyla deprem bölgesine giden gönüllülerle, ilkel usullerle de olsa birkaç gün daha sürdü arama kurtarma çalışmaları…

Ölü ya da diri canlarına ulaşanların çoğunluğu arkasına bakmadan terk etti şehrini… Zira, hala su yoktu, tuvalet, banyo, çadır, giyecek, yiyecek, ped, bebek bezi, maması gibi temel, yaşamsal gereksinimler karşılanmamıştı. Oysa, yurdun dört bir yanından atmış gün sonra hala dayanışma ve yardımlar aralıksız devam ediyordu.

Devlet vardı; 8 Şubat’tan beri enkazın başından ayrılmıyor, kaldırmak için acele ediyordu! Dozerler, iş makinalara can kurtarmak için değil, enkaz kaldırmak için homurtuyla çekinerek ortalıkta dolaşıyor, tehdit ediyor, korku saçıyor, öfke büyütüyordu. Ancak, depremzedeler yalnız değildi; yurtdışından gelenler dönse de, yurdun dört bir yanından gelen çok daha fazlası enkaz başındaydı. Gitmek bilmiyorlardı! Her türlü dayanışma devam ediyordu. Sermaye için servete, emekçi milyonlar için felakete dönüşen depremde kurulan dayanışma ve birlik dağıtılmalı, depremzede yalnız bırakılmalıydı.

7 Mart’ta CHP, İYİP, Saadet, Demokrat, Deva ve Gelecek Partisinden oluşan Altılı Masa, diğer adıyla Millet İttifakı, nihayet 13.Cumhurbaşkanı Adayı olarak CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nu ilan ederek, dayanışmaya ilk darbeyi indirdi! Oysa, Erdoğan’ın seçim tarihini açıklamasını, Yüksek Seçim Kurulu’nun ilan etmesini bekleyeceklerdi. Beklemediler! Karar basına açıklandı. Dayanışmayı bitirmek için bu yetmedi, Ertesi gün İYİP Genel Başkanı Meral Akşener, sözünden dönecek, baş kaldıracaktı! 24 Saat geçmeden masaya dönse de, 14 milyonun değil, 85 milyonun bir daha ayağa kalkamayacak şekilde yıkımı olan deprem unutuldu! Sermaye iktidarı bir kez daha ideolojik zafer kazandı. Amaç gerçekleşti, gündem değişti, depremzede ÇŞİD Bakanı ve patronları, memurları, jandarması ile başbaşa kaldı.

Diğer yanda, bayram vardı! “Sağdan sola, soldan sağa” demokraside birleşildi! Dünyanın hiçbir yerinde olmadığı kadar, 126 siyasi parti demokrasi hedefinde ortaklaştı. Açlık unutuldu. Soğuk unutuldu. Adeta, Hazinedar, 7/24 karşılıksız para basmayı durdurmuş, enflasyon bitmiş, faturalar ödenmiş, kiralar artmamış, herkesin bir evi, bir işi var, bir ekmekten fazlasına sahipmiş; çocuklar aç yatmıyor, üşümüyormuş! Oysa, deprem bölgesinde kar vardı.

2012 Soma Maden Faciasından kurtulan, ilan edilen 301 arkadaşını kaybeden maden işçisinin tarihe geçen sözlerini hatırlatıyor, olanlar: “Aşağıda ölüm var yukarıda açlık, aşağıda ölüm olasılık, yukarıda açlık kesin”! Çığlıklar her geçen gün azalıyor, duyulmaz oluyor… Bu kez ölüm beyaza bürünmüştü…

“Bir soğuk yel eser, üşür ölüm, ölüm bile… Anlatır akan kanı, beyaz sesiyle…”(Söz.Ülkü Tamer/ Müzik.Ahmet Kaya)

10 Mart’ta, yıllardır verilmeyen seçim tarihi, bizzat Cumhurbaşkanı tarafından, 14 Mayıs olarak ilan edildi. Herkes, derin bir nefes aldı! Herkes dediysek, Türkiye işçi sınıfı ve müttefikleri umutla yüzünü “demokrasiye” dönünce rahatlayan, mali oligarşi ve işbirlikçileriydi. Meral, masaya dönmüş, Kemal’in adaylığı “kesinleşmiş”, sermaye iktidarının tüm suçunu yükleyip, kurtulmak istedikleri Tayyip, onları bekletmemiş yıllardır beklenen seçim tarihini açıklamıştı. Çaresiz. İktidar sürmeliydi. Devrim olasılığı binde bir de olsa kabul edilemezdi, sıfırlanmalıydı. Zincirlerinden başka kaybedecek şeyi kalmayan, sermayenin mezar kazıcısı sınıfın öfkesi yıkıcıydı.

15 Mart 2023… Deprem bölgesinde Şanlıurfa, Malatya ve Adıyaman’da bu defa tutunacak dal bulamayan şiddetli yağış sel oldu, can aldı… Can kayıpları 20’de durdu! Artık dozerler, iş makineleri depremzedelerin yanı başındaydı, gündüz tozdan dumandan, gece gürültüden yaşamak işkenceye dönüşmüştü. Yakın gelecekte kanser ve benzeri ağır metal zehirlenmelerinden ölüm sıraya girecekti.

Demokrasi için geri sayım başlamıştı.

“Denizde bir bulutun öldürdüğü / Japon balıkçısı genç bir adamdı/ Dostlarımdan dinledim bu türküyü/ Pasifik’te sapsarı bir akşamdı/ Balık tuttuk yiyen ölür/ Elimize değen ölür/ Bu gemi bir kara tabut/ Lumbarından giren ölür/ Balık tuttuk yiyen ölür/ Birden değil ağır ağır/ Etleri çürür dağılır/ Balık tuttuk yiyen ölür…” (Japon Balıkçısı, Söz.Nazım Hikmet, Müzik. Haluk Özkan)

Deprem bölgesiyle bölüştük ekmeğimizi, zira ölen bizdendi; kaybolan bizim çocuklarımız; çalınan çocuklarımızın geleceği, bizim ekmeğimiz, bizim suyumuzdu. Ancak, Türkiye kapitalizminin sahipleri deprem sayesinde “ekonomik” darboğazı aşacaklar, emekçi milyonların felaketini servete dönüştüreceklerdi. Tekrar, plansızlık ve kar hırsıyla kimi batarken, çok azının daha zenginleşerek çıkacağı ekonomik krizler kaçınılmaz olsa da, o güne kadar, el koydukları nakdi bağışlarla kasalarını doldurur, ihaleler servet birikim aracı olarak dağıtılırken, ayni bağışları da satarak ticaret yapmaya devam ettiler.

Bütün bunlar olurken, Meclis’te 600 “adam” vardı! Her biri bir işçinin bir yılda kazandığını bir ayda alıyor, işçinin evine yılda bir kez yediği eti, her gün Meclis lokantasında bol kepçe tüketiyordu. Gelin görün ki, 24 Şubat tarihli, “OHAL Bölgesinde Yerleşim ve Yapılaşmaya İlişkin” 126 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi, OHAL’de olan bitenin yasal dayanağı olarak, Meclis onayından aldığı güçle yürürlükte.

Meclis’te en çok üyesi bulunan iki muhalefet partisinden biri, CHP ya da HDP, o da olmadı 600 vekilin beşte biri, 120 milletvekili, iptal istemiyle Anayasa Mahkemesi’ne götürme yetkisini kullanmadı! Kamu ve özel araziler, tarım alanları, ormanlar Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı eliyle Hazine adına tescil ediliyor, ihale ve inşa için şirketlere dağıtılıyor. 126 Sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi bir buçuk aydır, deprem bölgesinde el koymaların, Hazine adına tescillerin, ihalelerin tek dayanağı; ÇŞİD Bakanlığı’nın kullandığı olağanüstü yetkilerin kaynağı.

Vergi borcu tutarında bağış adı altında devlet bankalarına rüşvet yatıranların vergi borçları silindi. Ekonomik krizlerini hafiflettiler. Şimdi sıra, Dünya Bankası ve IMF’den alınan kredilerin, ihale bedeli olarak dağıtılmasında! Ekonomi tıkırında! Borçlar, yine bizim! Enflasyon, vergi, harç, ceza olarak ödemeye devam edeceğiz. Oysa, tüm Türkiye’nin ve dünyanın seferber olduğu bağış kampanyalarında toplanan parayla, belki bütün şehirlerimizi değil, ancak yıkılanları ihale edilmeden inşa edilebilir, bölgede yaşayanların tamamına teslim edilebilirdi.

Ancak, kapitalizmin tek yasası artı değer yasası değildi, karın maksimizasyonu yasası da vardı, zorunlu ve gerekliydi, ihlal edilemezdi! O zaman, servet biriktiremezler, “ekonomi” canlanmazdı! Suyu satanlar, evleri de satacaklar kuşkusuz! Depremzedeye suyu bile parayla sattılar. Parası olmayana, “yüzüğün var, sat öde” dedi, görevli! Tamamen duygusal!

Sermayenin İçişlerine Bakanı bay Soylu’ya göre, 5 Nisan 2023 itibariyle depremde can kaybı 50 bin 399 (05.04.2023, www.solhaberportal.gov.tr)! 

6 Şubat 2023’de Nil gibi, Fırat ve Dicle’nin yatağı, binlerce yıldır medeniyetlerin beşiği Mezopotamya’nın batısı, Türkiye coğrafyasının Güneydoğusu’nu yurt edinmiş, barış içinde, bir arada yaşayan halklar için mezara çeviren yerkabuğunda kırılmanın şiddeti 7.7, kırılan fayın derinliği 8,6 km. Uykunun en tatlı yerinde, sabahın seherinde yakalayan yıkımdan kurtulan, yitirdiklerimizin yarısından az olmalı! Düşünsenize, sadece Kahramanmaraş’ta, tek bir şirket, 8 Şubat’ta 200 kamyonla başladığı enkaz kaldırma işini, 1.200 kamyonla 4 ay sürdürecek! Günde 1200 kamyon çalışacak; tek sefer yapsalar, ayda 36.000 sefer, dört ayda 144.000 sefer!. 14 milyonun yaşadığı deprem illerinde kayıtlara geçen sayı 50 bin 399 olabilir. Ancak, sadece Kahraman Maraş’ta 1200 kamyonun 7/24 çalışarak dört ayda kaldıracağı enkazın altında kalan bu kadar olamaz! Ya matematik bilmiyorlar ya da…

Halk arasındaki doğru adlandırmayla, 7.7 şiddetinde, 8.6 km derinlikteki kırılma nedeniyle ortaya çıkan yer sarsıntısında yıkılan her bir şehirde, ort.1200 kamyonun enkaz taşıdığı kabul edilebilir. Bu illerde, enkazın kaldırılması için çalışan binlerce iş makinasının yarattığı ses ve hava kirliliği, ayrıştırılmadan kamyonlara yüklenip yaşam alanlarının çevresine, tarım alanlarına, su kaynaklarının beslenme alanlarına taşınan enkazdan yayılan havaya, suya, toprağa karışan ağır metal kirliğinin insan ve çevre sağlığı üzerindeki yıkıcı sonuçları korkutucu.

3 Nisan’da, birileri oy hesabı yapar, vaadler havada uçuşur, demokrasi rüyası görülürken, Hatay’ın Samandağ ilçesinde yurttaşlar, seslerini duyurmak, sınıf arkadaşlarını gaflet uykusundan kaldırmak ve barış içinde, insanca yaşamak için molozların yaşam alanlarına yakın yerlere dökülmesine karşı ‘yaşam nöbeti’ başlattı. Tahmin edileceği gibi, iş makinelerini durduran yurttaşlara, bu defa jandarma saldırdı.

“Uyan uykudan uyan/ Uyan esirler dünyası/ Zulme karşı hıncımız volkan/ bu ölüm dirim kavgası.” (Enternasyonal, Söz. Eugene Pottier/ müzik. Pierre Degeyter)

12 Eylül 1980’den bu yana restorasyon sürecinin sonuna gelmiş, Yeni Osmanlı Cumhuriyetini, Birinci Cumhuriyet’in 100.yılında ilan etmeye hazırlanan Türkiye kapitalizmi çözülmüştü. Örgütsüz, hazırlıksızdı, yönetemiyordu! Bilinçli bir seçim olması olası! Ancak, ilk 48 saatte devletin elinde örgütlü ve her an müdahaleye hazır olması gereken arama kurtarma ekipleri var ve harekete geçirilseydi, can kaybı- yaşam arasındaki oran ters dönebilirdi. Arama Kurtarma ekipleri, çalışmaları ile eş zamanlı, 8 Şubat’da enkaz kaldırma çalışmalarını başlattılar. İşte o enkaz kaldırma çalışmaları sırasında kepçelerin parçaladığı bedenlerin sahipleri ile emniyet güçleri karşı karşıya geldi. Yabancı kurtarma ekipleri çalışmayı durdurmaları yönündeki baskı ve tehditlere direnmeyi göze alamazdı. Almadılar. Gittiler. Biz bize kaldık. Enkazın altında kalan Türkiye işçi sınıfı ve depremi servet kaynağına çeviren sermaye iktidarı.

4 Nisan 2023, depremin üzerinden 58 gün geçtikten sonra, Hatay’ın Defne ilçesinin Armutlu ve Gazi mahallelerinde enkaz altında kalan 8 kişinin cansız bedenine ulaşıldı. Enkaz kaldırmak için 8 Şubat’tan bu yana çalışan iş makinaları, profesyonel arama kurtarma için çalışmalıydı. Enkaz kaldırmaya girişildi. Bu, toplu kıyımın üstünü örtmek, kanıtlarını ortadan kaldırmak değilse, nedir? 14 Milyonluk on şehirde, arama kurtarma çalışmaları ilk birkaç haftada sona erdi!

Oysa, bir taraftan şehrin yeniden kurulacağı alan, bilimsel gerçeklere dayanarak seçilir, inşa için seferberlik başlatılırken, bir yandan en son kişiye ulaşıncaya değin arama kurtarma, yıllarca devam edebilirdi. Emeliydi. Hatta, enkaz yığını kaldırılmaksızın olduğu yerde, olduğu gibi kalmasının, açık hava müzesine dönmesinin hiçbir sakıncası yoktu! Bilakis, toplumsal hafızayı diri tutardı.

Enkazın kaldırılması için harcanacak bütçe yaşam alanlarının inşasında kullanılır, enkaz kaldırılması sırasında yaşam ve geçim alanlarının kirlenmesi nedeniyle yeni bir çevre e sağlık sorunu, yeni bir kitlesel ölüm nedeni yaratılmamış olurdu. Bilmezler mi, bilirler. Kaldırılmalı, unutulmalı, hiç yaşanmamış gibi sermaye servet biriktirmeye devam etmeliydi. Enkazın kaldırılması bile depremzede emekçi milyonlardan tahsil edilen paralarla, servet aktarma aracı değil miydi?

Bir başka, toplu kıyım örneğini hatırlatmak istiyorum. 13 Mayıs 2014 Soma Maden işletmesinde 787 işçinin vardiya değişimi sırasında çıkan yangında kurtarma çalışmaları 17 Mayıs’ta sona erdi; can kaybı 301! 14 Ekim 2022 tarihinde, grizu patlamasında, Bartın Amasra’da kurtarma çalışmaları 15 Ekim’de sona erdi, can kaybı 42; “…faciada 110 işçiden 42’si hayatını kaybetti. Türkiye’de gerçekleşen en ölümcül iş ve madencilik kazalarından biri olarak kayıtlara geçti ve içeride kimse kalmaması nedeniyle 15 Ekim günü arama kurtarma çalışmaları sona erdi.”(Kubilay Kaplan, “Bartın Maden Kazası ve Önlenebilir Afetler, 12 Aralık 2022, www.yeniulke.com.tr).

Şimdi, daha geriye gidelim; 3 Mart 1992’de Zonguldak’ın Kozlu ilçesindeki taşkömürü maden ocağında 19.45-20.00 arasında zincirleme grizu patlamaları ve ardından çıkan yangında 263 maden işçisi yaşamını yitirdi. “Madencilik her zaman iş cinayetlerine karşı mücadelenin öncüsü olmuştur ve tarihi kapitalizm kadar eskidir. Hatırlanacak olursa, 1991 yılında Zonguldak maden işçilerinin Zonguldak’tan Ankara’ya ‘Büyük Yürüyüşü’ gerçekleşmişti. Bu yılların özelleştirme politikaları sonucu kamu kurumlarının özellikle zarar ettirilmesi, itibarsızlaştırılması sonrasında üç kuruşa satılması yaygındı. Yatırım yapmadığınız bir işletmede iş güvenliği önlemi almanız mümkün değildir.

İş güvenliği kara değil, insanın sağlıklı yaşama hakkına odaklanır. Bu yüzden kapitalist sistemde iş güvenliği için harcanacak para patronun gözüne batar. Çünkü, iş güvenliği için yapılan yatırımın üretilmiş ürüne doğrudan pozitif bir katkısı yoktur. İş güvenliği ürünün kazasız bir şekilde üretilmesini amaçlar. Bu durumda patron yapılacak iş güvenliği yatırımı ile işçinin kan parasını, bir tarafın insan olduğunu unutarak, aynı denklemin tarafları gibi ele alır. Öncelik kar olunca alınmayan önlemlerin nedenini anlamak zor değil. Bu yüzden yaşanan kazalar talihsizlik değil, göze alınmış ölümlerdir ve cinayet demek daha doğru olur.” (03.03.2021, www.haber.sol.org.tr )

3 Mart 1992 tarihli, 263 maden işçisinin yaşamını yitirdiği Kozlu Maden cinayetinde kurtarma çalışmaları, 301 işçinin yaşamdan koparıldığı Soma Maden kazasında olduğu gibi dört günde değil, son cesede ulaşıncaya değin beş yılda tamamlanır. Ölü ya da diri, aşağı inen işçilerin tamamına ulaşılmıştır.

Wikipedya’nın bile “dünya madencilik tarihinin en büyük kazaları arasında yer aldığını” kabul ettiği “faciada ölen işçilerden 147’nin cesedi, yeraltında devam eden yangınlar nedeniyle günler sonra, gruplar halinde çıkarılabilmiştir. En son 2 madencinin cesedi, Mayıs 1997’de ocaktan çıkartılmıştır.” Dediği, Kozlu’da 263 işçinin iş cinayetinde yaşamını yitirdiğine inanabiliriz. Zira, maden -en azından kazanın olduğu bölümü- çalışmaya kapatılmış olmalı; bir o kadar belirleyici olan, son cesede ulaşıncaya değin, arama-kurtarma çalışmalarına devam edilmiştir.

Oysa, Soma’da dördüncü gün, Amasra’da ikinci gün sona eren arama kurtarma çalışmaları; Kahramanmaraş, Adıyaman, Malatya, Urfa, Diyarbakır, Kilis, Hatay, Antakya ve diğer illerde sadece birkaç gün sürdü. Madenlerde sağ kalan madenciler ile yurdun diğer illerinden ve yurtdışından gelen gönüllüler tarafından yürütülen aram kurtarma çalışmaları, gönüllüler gitmek zorunda olunca, bitmiş; enkaz kaldırmaya girişilmiştir. Madenler gibi şehirler de işçilere, emekçi halklara mezar olmuştur.

Tekrar dönelim, 6 Şubat 2023 Kahramanmaraş depremine. Değil mi ki, evrende hareket/oluşum sürekli, birikim ve sıçramalarla ilerleyen diyalektik bir süreç; sadece “canlı yaşam” için değil, evren ve parçası olduğu, aynı zamanda oluşturduğu yaşamın sürekliliği için zorunlu ve gerekli, yerkabuğu hareketi de. Deprem, yerkürenin evrim/oluşum sürecinin kaçınılmaz ve zorunlu bir sonucu, yer kabuğunu oluşturan katmanların kırılması, yer değiştirmesinden başka bir şey değil. Metafizik değil, doğa yasalarına bağlı maddenin hareketi. Önlenemez. Ancak, yıkıcı sonuçları önlenebilir.

İnsanı insan kılan ilk eylemi ilk üretim, alet de diyebilirsiniz, av aletlerini yapmak ya da ateş yakmak için ellerini kullanmayı öğrenmesiyle başlar. Artık, bunu çoğunluk biliyor. Zira, insan o günden bugüne elini kullandığı, üretim araçlarını ürettiği gibi bunlarla doğayı değiştirir, kendisini korumayı öğrenirken evrimini de hızlandırdı. 

Üretim araçlarını üretmek ve kullanmak üzere elin kullanımı, iki ayağı üzerinde durmanın yanı sıra beynin, bilincin, dilin gelişiminin kaynağı oldu. Ve insan, diğer hayvanlardan, bilinciyle farklılaştı. Bütün bunlar ilk ateşin yakıldığı, ilk okun, mızrağın yapıldığı günden bugüne, nesilden nesile deneyim aktarmayı aşan bilincin gelişimine paralel, bilgi birikimi ve nihayet bilimle gelişerek bize ulaştı. Bu bilgi birikimi, depremi önleyemez, önlerse yaşam biter. Ancak, öngörülebilir, erişilebilir bilgi birikimi ile yerleşim alanları seçilebilir, şehirler, yaşam ve geçim araçları sağlıklı bir yaşamın gereklerine uygun biçimde planlanabilir, örgütlenebilir.

6 Şubat 2023 depreminde genel olarak kapitalizmin, özelde Türkiye kapitalizminin karlarını, insan yaşamını, emekçi, üretici sınıfların yaşamlarının üstünde tuttuğu gözler önünde, tartışmaya yer yok! Şehirler, sermayenin çıkarlarına göre, yine sermaye eliyle kurulduğu yetmez gibi, yıkıma dönüşen tüm doğa olaylarında ölen yine biz, servet kazanan iktidardaki sermaye sınıfı!

Türkiye kapitalizminin çözülmüş, Türkiye işçi sınıfını ve müttefiki emekçi, üretici güçleri gözden çıkarmış, yaşam ve geçim kaynaklarını geri dönüşsüz yitirilmesi uğruna metalaştırdığı, yönetemediği, müflis olduğu açığa çıkmıştır. Sermaye iktidarı tarafından atılan her adım, her yasal düzenleme, her karar, yürütülmesinde zincirlerinden başka kaybedecek şeyi kalmayan Türkiye işçi sınıfının boynuna boyunduruk, ayağına pranga olmaktadır.

Depremin ilk günü unutmamak için başladım yazmaya… Notlar alıyordum. Tarihe tanıklık ediyordum, bilincinde olarak, giderek her gün ayağımıza, boynumuza geçirilen, birbirine zincirle bağlı boyunduruk ve prangalara bir yenisi eklendikçe yazma eylemini sürdürmek, tanıklığı belgelemek zorunlu hale geldi. Yoksa enkazın kaldırılmasıyla birlikte, hızla unutulup gidecek, ölenler öldüğüyle kalacak, yaşananlar hatırlanmayacaktı bile!

Evet, 6 Şubat 2023 depremi, toplumsal bir travmaya dönüştü, kaçınılmaz olarak. 85 Milyonluk nüfusun, 14 milyonunun enkaz altında kaldığı hiçbir yerde geri kalanı sağlıklı kalamaz. Akıl ve beden sağlığımızı korumak, öfkeyi örgütlemek, dayanışmayı büyütmek, tarihe not düşmek gerekiyor. Sermayenin alacağı oy ve yetkiyle güven tazeleyeceği, burjuva demokrasinin seçim oyununa ve oyuncularına, “bütün iktidar Sovyetlere” demenin tam zamanıydı! Marks’ın deyişi ile “zincirlerimizden başka kaybedecek bir şeyimiz kalmadı”! 

Emperyalizmin, Sovyet sonrası dönemde yeniden örgütlenmesi gereği, demokrasi vaadiyle ulus devletlerin çözüldüğü, merkezi karar ve yönetme yetkisinin emperyalist merkezlere, ulusal savunmanın çokuluslu NATO savaş örgütüne devredildiği tarihsel süreçte, asıl çözülen işçi sınıfının birliğidir. İki sınıf arasındaki iktidar savaşının görünümleri emperyalist savaşlar, işgal ve “sürekli savaş” hali, çözülen coğrafyaların tek gerçeği.

Herkesin, tamamını değilse de büyük bir kısmını bildiği gerçeği yazmak yetmez. Toplumsal hafızayı diri tutmalı, ne yapmalı sorusunun cevabı aranmalı. Bu nedenle, Marksist literatüre başvurmak, gerekli ve zorunlu, somut durumun somut tahlilini yapmak için! Birinci emperyalist savaş devam ettiği sırada devrimini yapmaya hazırlanan Rusya işçi sınıfının öncüsü Lenin’in Nisan Tezleriyle bitirelim yazıyı: 

Mevcut, halen iktidardaki sınıf ve emperyalizm eliyle çıkarılan “savaşı, devrimci amaçlarla sonuna kadar sürdürme’ politikasını gerçekten haklı gösterecek, “bir devrimci savaşa, bilinçli proletarya, ancak şu koşullarda rıza gösterir: a) iktidarın, proletaryanın ve onun en yakını köylülüğün yoksul unsurlarının eline geçmesi, b) her türlü ilhakın söz değil, gerçekten reddi; c) sermayenin bütün çıkarlarıyla bağların tümden koparılması.

Devrimci amaçlarla, savaşı sonuna kadar sürdürme politikası yanlısı olan geniş yığınların yadsınamaz iyi niyeti karşısında ve bunların burjuvazi tarafından aldatıldıkları da göz önünde tutularak, kendilerine, yanılgıları özel bir sabır ve özenle anlatılmalı, sermaye ile emperyalist savaş arasındaki çözülmez bağ açıklanmalı, sermayeyi devirmeksizin, gerçekten demokratik bir barışla ve zorla kabul ettirilmeden, savaşı sona erdirmenin olanaksız olduğu gösterilmelidir.”
İşçilerin birliği, sermayeyi er-geç yenecek.

Arzu Kır
7 Nisan 2023