İmla Ne İşe Yarar?

İmla Ne İşe Yarar?

Gece ana sayfamda dolaşırken, yine birilerinin toplaşıp yazım ve imlâ kuralları ile alay ettikleri bir paylaşıma denk geldim; cinlerim tepeme çıktı...

Kendilerine şair yazar sıfatı takmayan sosyal medya kullanıcılarına asla bir lafım yok. Onlar aksırana, tıksırana, kusana kadar yazsınlar; çok ciddiyim!.. Her türlü boşaltsınlar içlerindeki isyanı, kederi, öfkeyi... Kalplerini sıkıştıran ne varsa, kuşdiliyle de olsa çarpsınlar hayatın suratına!.. Bilmiyorlarsa hiçbir kuralı, sınırı, imlâyı filan dert etmesin; diledikleri gibi kullandıkları klavyeleriyle zalimi dövsün, âlimi övsün, cananı sevsinler... Önlerine gelene eleştiri diye beleştiri yapmanın ve itibar cellatlığına girişmenin dışında, içlerinden geldiği gibi deşarj olsunlar...

Amma ve lâkin şair ya da yazar oldukları iddiasındalarsa ve de okurlarıyla kendilerine bir gram saygıları varsa, aşağıdaki yazımı ezber etsinler:

YAZARA YAZMAK NE YAZAR? 

Demogoji ya da demegoji değil, demagoji.

Ötenazi değil, ötanazi.

Ataist değil, ateist.

Klavuz değil, kılavuz.

Traş değil, tıraş.

Entellektüel değil, entelektüel.

Izdırap değil, ıstırap.

Kalemşör değil, kalemşor.

Oysa ki değil, oysaki.

Biliyormusun değil, biliyor musun?

Bende geliyorum değil, ben de geliyorum.

Ben de fazla kalem var değil, bende fazla kalem var.

Öyle güzelsinki kuş koysunlar yoluna değil, öyle güzelsin ki kuş koysunlar yoluna.

Rafta ki kitap değil, raftaki kitap.

Yukarıda sadece birkaç tanesini sıraladığım ve toplumun yüzde doksan dokuzunun yanlış kullandığı sözcüklerle ifade şekilleri, sıradan gündelik hayat iletişimlerinde fazla sorun teşkil etmemekle birlikte; bir yazınsal üretimde karşılaşıldığında, iyi okur için son derece rahatsız edici bir kisveye bürünmektedir. Bununla birlikte; okurun bu rahatsızlığı, övünçle servis ettikleri yazılarına ve şiirlerine teknik açıdan gerekli özeni göstermemeyi marifet sayan "kalemlerin" gram umurunda olmamaktadır.

O zaman onlara birkaç kelam edeyim:

Daha -de, -da, -ki bağlaçlarını doğru kullanmak; "mı", "mi", "musun", "müsün" gibi soru eklerini ayırmak şeklindeki en basit ve temel yazım kurallarını bilmeden kendinizi "şair-yazar" diye tanımlamanız neye benziyor biliyor musunuz pek sayın kalemşor arkadaşlar? Neşter tutamayan bir doktorun, kendini "cerrah" diye pazarlamasına...

Yaptığı ameliyatla ilgili bilgisi sınırsız dahi olsa, neşteri yanlış kullanan bir doktorun hastasının ameliyat masasından canlı kalkma şansı sıfırdır. Sözcükler ve temel yazım kuralları da yazarın neşteridir. Onları doğru kullanmayı bilmeyen bir kalem, dünyanın en özgün beynine bile sahip bulunsa, ortaya çıkaracağı iş edebî açıdan fiyasko olmaya mahkûmdur 

Yani demem o ki sevgili tırnak içinde "şair-yazar" arkadaşlar; toplumu ya da insanı yazıyla ameliyat etmeye soyunacaksanız, öncelikle neşterinizin uzmanı olmak zorundasınız.

Bu da atla deve değil... Alın önünüze hangi dilde yazıyorsanız o dile ait bir dil bilgisi kitabı ve imlâ kılavuzu; çalışın. Bir ayda öğrenin; altı ayda, bir yılda öğrenin; ama yazdığınız dilin tekniğine ne yapıp edip mükemmel bir şekilde vakıf olun.

Sonuçta uzay mekiği uçurmaya çalışmayacaksınız. Hepi topu, üç beş tane olmazsa olmaz kural hatmedeceksiniz. Hayır, bu kadar basit bir şeyi öğrenmek ne kadar zor olabilir ki böylesine anlaşılmaz bir inatla direnç gösteriyorsunuz; doğrusu çok şaşırıyorum. 

Bazılarınızın, "Önemli olan şekil değil içerik!" diye hararetle itiraz ettiğini duyar gibiyim; ama kazın ayağı öyle değil işte... Bana göre dünyanın en özgün düşünceleri ya da imgeleri dahi, yetkinlikle ifade edilemediği takdirde yazınsal olarak çöptür.

Haa kendinizi yazar değil de fikir insanı ya da halk ozanı vs olarak tanımlıyorsanız amenna... Siz konuşur, sözel olarak üretirsiniz; kayda değer şeyler söylüyorsanız birileri illâ ki onları bir yerlerde doğru şekilde yazıya geçirir. Ama yok kendinize "yazar" sıfatı takıyor, bu sıfatı da önünüze gelen yerde gururla kullanıyorsanız, o sıfatın hakkını vermek zorundasınız.

Kusura bakmayın ama, "Benim fikirlerim güzel, nasıl yazdığım hiç önemli değil!" teranesi, mok yemenin Arapçasıdır. Ona kalırsa bizim yaşlı bakkal Nuri Efendi'nin fikirleri kimsede yok; ama hiçbir şekilde, "Ben yazarım!" diye ortalara düşüp kendini madara etmiyor.

Diyelim ki kendinize ya da üretimlerinize, yazının neşterini doğru kullanmaya emek harcayacak kadar saygı duymuyorsunuz... Yine de kurtulamaz; okurunuza duymaya mecbur olduğunuz saygının gereği, bu sorumluluktan kaçamazsınız!

Kimsenin, hem kendini "yazar" diye lanse edip hem de onun bu beyanına inanarak yazılarını okumaya soyunan insanların zamanını çalmaya; kimseyi teknik düzeyin yerlerde süründüğü, ne demek istediğinin anlaşılabilmesi için aynı eciş bucüş cümlenin on defa okunmak zorunda kalındığı kelime çorbalarıyla kandırmaya hakkı yoktur. 

Yazım ve imlâ kuralları, yazdığımızın ilk okumada anlaşılabilmesi için zorunludur. Okuru tekrar tekrar başa döndürüp, hatta kavram karmaşalarının dipsiz kuyularında merdivensiz bırakıp, sonunda da, "Başlarım böyle aşkın ıstırabına," diye kaçırmamak için gereklidir.

Elbette ki sözlerim, sosyal medyada hiçbir iddiası olmadan yazıp çizenlere değil; kendilerine bol keseden, "gazeteci, köşe yazarı, şair, yazar vs" şeklinde sıfatlar takanlara...

Yazmak, sonuna kadar hakkı verilmesi gereken çok ciddî bir iştir; öyle ucundan acık tutup da boş beleş bir kibirle, "Ben yaptım oldu!" diye şişinilebilecek bir terane değil...

Bir de sistemin karşısında gösteremedikleri isyanları, yazım ve imlâ kuralları karşısında gösteren klavye kahramanı komedyenler var ki evlere şenlik... Hepsini gayet iyi bildikleri halde kullanmamayı yiğitlik sanan; örneğin cümleleri büyük harfle başlatmamaya "diktatörleri devirmek", bütün noktalama işaretlerini reddetmeye "anarşizmde çığır açmak" filan gibi anlamlar yükleyen o postmodern entelektüel cücüğü cengâverleri kendi hallerine bırakıyoruz. Şekilciliği reddedeyim derken, ona böylesine büyük anlamlar yükleyip de olayın Nirvana'sına ulaşarak formalizme boyut atlatmak bu olsa gerek.

"Peki biz ne yapalım?" dediklerini duyar gibi olduğum Kürt arkadaşlara da şunları söylemek istiyorum:

Öncelikle vurgulayayım ki yukarıda söylediklerim konusunda, "anadilinde yazan" kişiler için çok katı düşünüyorum. Anadili yasaklı olup, ülkedeki resmî dili de baskı ve zulümle öğrenen insanlardan, o dili hatasız kullanmalarını beklemek biraz haksızlık olur. Çünkü, dil de bir aşktır. Ancak aşk duyduğunuz bir dili doğru kullanmak için tutku hissedersiniz, ki o da genellikle anadiliniz olur.

O yüzdendir ki bilhassa genç ve hırslı yazma adayı Kürt arkadaşlara, anadillerini öğrenmelerini ve o dilde yazmalarını öneriyorum. 

Birileri size dilinizi yasakladı diye siz de bu yasağa uymak zorunda değilsiniz! Hele ki aydınsanız, unutturulmak istenen dilinizi yaşatmak için mutlaka öğrenmek zorundasınız. Benim dilim yasaklı olsaydı, ben o dili ne yapıp edip, hem de en mükemmel bir şekilde okuyup yazmak için kendimi parçalardım. 

Sayısız Kürt dostum ve tanıdığım var; aralarında anadilini bilen kişi sayısı bir elin parmaklarını geçmez... Hadi yazmak gibi bir derdi olmayanları bir yere kadar anlayabiliyorum; ama yazmaya soyunan Kürt arkadaşların, hislerini ve fikirlerini en iyi ifade edebilecekleri dil olan anadillerini öğrenmemelerini anlamakta cidden çok zorlanıyorum.

Kürt olmalarını Türkçe'yi doğru kullanmamalarına bahane etmelerine de bir yere kadar anlasam bile tamamen hak veremiyorum... Çünkü yazmaktan bahsediyoruz! Yazarlığa niyet ettiyseniz, kullandığınız dil hangisi ise onu mükemmel bir şekilde öğrenmeye mecbursunuz; kendinizi doğru ifade edebilmenizin başka yolu yok maalesef!..

Zannedersin üç tane kuralı öğrenmek dünyanın en zor şeyi... Türk'ü de Kürt'ü de öyle bir direnç gösteriyor ki akıllara ziyan!..

"Hepi topu birkaç yazım kuralı ya hu! Gerçekten yazmaya gönül veren kişi için ne kadar zor olabilir?" diye düşünmekten beynim yanıyor bazen!..

Sadece -de'yi, -da'yı, -ki'yi, doğru kullanmayı; soru eklerini ayırmayı öğrenseler bile çok şey değişecek; ama yapmıyorlar. 

Sadece yapmamakla kalsalar yine neyse... Bir de yapmamalarıyla övünüyorlar.

Çoğunun derdi yazarlık mazarlık değil, kendilerini "şair-yazar" diye pazarlayarak sosyal medyada üç kuruş prim toplamak uğruna madrabazlık yapmaksa demek ki...

Bütün sanat dalları gibi, yazarlık da "sevdâ" işidir arkadaşım! Ona "oynaş" muamelesi yaparsanız, doğru düzgün hiçbir şey üretemezsiniz.

Özetle; şayet şair veya yazar olduğumuzu iddia ediyorsak ve de gerek kendimize, gerek okurumuza, gerekse de edebiyata bir gram saygımız varsa, en azından doğru anlaşılmak ve okurumuzu yormamak adına olabildiğince hatasız yazabilmek için emek harcamak zorundayız.

Bitti. 

Haaa, "Her alanda niteliğin yerlerde süründüğü şu cüceler ülkesinde kim neyin hakkını veriyor ki ben vereyim; kim yaptığı işe yeterince emek harcıyor ki ben harcayayım; bulmuşum bir damar, yürüyorum işte... Herkes böyle yapıyor, sürüyle de şakşakçı buluyor; bu yozlaşmışlığın kolay yoldan parçası olmak yetiyor da artıyor bile bana... Hem zaten gerçek yazın emekçilerinin çöp kadar kıymeti yok; ne diye kendimi yorayım!" diyorsanız, siz de haklısınız tabii...

Şayet böyle bir zübükseniz, hayat çarşınıza pazar versin; ne diyeyim... Ama mümkünse ben almayayım; çünkü ucuz mal alacak kadar zengin değilim.

Kolay gelsin. 

Rabia Mine